Hey Kovboy #3: Kovboy Kız Sona & Dil, Direniş ve Delilik
Sona Ertekin’le Kovboy Kızlar da Hüzünlenir Ekseninde
Kovboy Kızlar da Direnir’den herkese kocaman bir merhaba! Nasılsınız? ✨ Bugün bu haftaki konuğum tanımlara, kalıplara, başlıklara sığmayan biri.
OOOooo Sona Ertekin! Bir yazar, çevirmen, eski DJ, serbest dalgıç, pole dans eğitmeni, gezgin, anlatıcı ve hayalperest. Erzincan’da doğup Ankara’da büyüyen, yolu akademiden rave sahnesine, Açık Radyo’dan Uzak Asya’ya uzanan bir kadın.
Tom Robbins’in Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’ini Türkçeye kazandıran kişi.
Ve her şeyden önce; içindeki çocuğu, dansı ve isyanı hiç susturmamış bir kovboy kız.
Sona’yla deliliği, özgürlüğü, kadınlığı, yazarlığı ve çeviriyi; ama en çok da iç sesimizi dinleyerek kendi yolumuzu çizmenin yollarını konuştuk.
Röportajın sonunda sizi bekleyen birkaç sürpriz de var:
🍐 Kovboy Kız usulü bir armutlu crumble tarifi,
🎧 Maceraya atılırken dinlemelik bir çalma listesi
🎁 Ve röportajın sonunda sorduğumuz soruya cevap veren 3 kişiye, 3 farklı imzalı kitap hediyesi!
HAZIRSANIZ ATINIZA ATLAYIN; YOLA ÇIKIYORUZ. 🌅🐎
🪩 Sona ilk başta kendinden bahsetmek ister misin? Kimsin, nelerden hoşlanırsın, bu çok yönlü hayatın baş döndürücü ve eminim senden dinlemesi de bir o kadar keyifli olacaktır.
Merhabalar : ) Ben bir yazar ve bir romancıyım. Ve özünde her zaman isyankar bir çocuk ama bu isyankarlığımı ömrüm boyunca “hayatı birlikte yapmak” güdüsü içinde birtakım sorumlulukları, ortaklıkları, etkileşimleri, sevgi ve şefkat bağlarını da yok saymayacak şekilde yaşamayı tercih ettim. Yani insanlarla “birlikte” yaşamayı. Robbins’in Kovboy Kızlar’da dediği gibi “Hayatta mutluluktan güzel tek bir şey vardır, o da özgürlüktür.” Ama özgürlük ya da dürüstlük adına bencil, kaba ve acımasız olmayı asla seçmedim. Hep çalışkan biri oldum, yaptığım her işin hakkını vermeye çalıştım ama kendi manevi değerlerimden asla vazgeçmedim. Özetle böyle biriyim. Bir Kerouac değil, bir Julian değil, bir Sissy. Hep yazdım. Hayatımı altkültürlerin içinde geçirdim. Yazmayı, uçsuz göklerin altında, ormanlarda, bozkırda dans etmeyi ve tıpkı Sissy Hankshaw gibi hareket halinde olmayı sevdim. Ama hareket halinde ve özgür olma saplantısının insanları ne kadar yalnızlaştırıp köreltebileceğine de şahit oldum. Hareket halinde olmak her zaman fiziksel bir şey değildir, zihinsel ve duygusal olarak da bir yere saplanmamak ve değişebilmek benim için önemlidir. Özgürlük sadece kendini bir yerden diğerine atmak değil, kendimizden ve kendi tanımlarımızdan da özgürleşmektir. Bence Robbins bunu çok iyi bilen biriydi.
🪩 Türkiye’nin içinden geçtiği bu yoğun süreçte ruh halin nasıl, nasılsın? Hak,hukuk, adalet gibi kavramlarla bu kadar sınanıyor olduğumuz bir dönemde, ister istemez iç dünyamızda da bir şeyler hareketleniyor. Bu gündem senin içinde nasıl yankı buluyor?
Salonun ortasındaki fili kanıksadığımız, yok saydığımız ve ondan bahsetmekten bile vazgeçtiğimiz yılların ardından en azından bir direniş hareketinin güçlü bir şekilde hayatın her yerine yayılması bana umut verdi. Terence McKenna zamanın gitgide hızlandığından, zamanla her şeyin gitgide tuhaflaşacağından bahsediyor. Her şey öyle tuhaflaşacak ki bunun ne kadar tuhaf olacağını konuşmak zorunda kalacağız diyor. Ortalıkta rahatsızlık verici olup da konuşulmayan şeyler beni hep zorlamıştır. Diyelim ki sen bugün iyi değilsin, gece uyuyamadın ve gerginsin. Tuhaf davranıyorsun. Ama “kötü bir gece geçirdim, bugün hiç kendimde değilim” diyerek bunu ifade edersen ben bunu daha kolay kucaklarım. Dolayısıyla evet, iklim krizi başta olmak üzere her şey sinir bozucu ve tüm dünya faşizmin amansız yükselişiyle karşı karşıya. Sistem kendini korumak için her yerde baskıyı arttırıyor. Bir yandan yapay zekanın yükselişine adapte olmaya çalışıyoruz ama işlerimizi elimizden alıyor ve yaratıcılığı değiştiriyor. Bence daha da sorunlu olan üretimlerin mecrayı zenginleştirmesi yerine mecraların ve ekonominin yaratıcılığı ürüne indirgeyerek seri üretime zorlaması. Bu insan ruhunun ölümü demektir. Öte yandan bu sistemler sürdürülebilir de değil zaten. Ben dünyanın bir değişimin eşiğinde olduğuna inanıyorum. Tarihin iniş ve çıkış noktaları vardır. Biz aşağı giden bir eğimin sancılarını çekiyoruz uzun zamandır ama her inişin bir çıkışı vardır, buna inanıyorum. Güzel günler göreceğimizi düşünüyorum. Öyle olmazsa da post-apokaliptik dünyamızda sarılabileceğimiz kim varsa ona sarılırız, ne yapalım. Kovboy Kızlar’da Chink radyoda Polka dinleyip dans ederdi ama haberler başladığında onunla da dans ederdi. Alice Walker’ın dediği gibi “Zor zamanlar öfkeyle dans etmeyi gerektirir”.
🪩 Direnişin, özgürlüğün, kendine has olanın kitabı diyebileceğim; Kovboy Kızlar da Hüzünlenir ile nasıl tanıştın? İlk okuduğunda sende nasıl duygular ve düşünceler uyandırmıştı?
Hindistan’da, Goa’da tek başımaydım. Tıpkı bir kovboy kız gibi cennet kadar güzel ama cehennem kadar zorlu topraklarda var olmaya çalışıyordum. O zamanki Goa bir MadMax ortamı gibiydi. Hippilerin vahşi yaşam alanlarının sadece çiçek böcekten ibaret olmadığını, kendi acımasız kültürel kodlarına ve ekonomisine, hiyerarşisine sahip olduğunu bilmelisiniz. Her ütopya içinde bir distopyayı da barındırır. Özgürlük ve macera her zaman cesaret gerektirir. Ve bazen zor yerlerde bulursunuz kendinizi. Ben de bir motosiklet kazasının ardından evimin kapısını zor kilitleyecek, tek başıma zar zor giyinecek haldeydim. Haftanın 4-5 günü partilenen çılgın bir evrende evde tek başıma iyileşmeye çalışıyordum. Odaları Psytrance hippilerine otel gibi kiralanmış bir devlet hastanesi düşünün ki içeri girdiğiniz anda bangır bangır Trance müzik çalıyor. Doktor şaşı ve hemşirelerden hiç bahsetmiyorum bile. İçinde yaşadığım cennetin başıma yıkıldığı, tek başına olmanın ve özgürlüğün cehenneme dönüştüğü bir noktada ikinci el kitaplar satan küçük bir dükkanda Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’e rastladım. Yatağımda uzanıp çaresizce vantilatörün kanatlarını izlediğim bir dönemde bu kitap benim kurtarıcım oldu. Ve hayatımın kitaplarından biri olduğunu anladım... İnandığım tüm değerler vardı içinde ve bunlar hep benimle kaldı. Kadın olmak, özgürlük, aşk, birey olmak, ehlileşmek, esirleşmek, kendine saplanmak, kökler, bireysellik, ve topluluk olmak gibi aklımı kurcalayan her şeyi bu kitapta buldum. Kendime özgü bir yol çizmeye çalıştığım bu hayatta benim için adeta bir rehber, bir yol haritasıydı ve bu kitabı mutlaka ben çevirmeliydim! Neyse ki öyle de oldu.
🪩 “Kovboy kız” kavramı senin kişisel dünyanda nasıl bir yere oturuyor ve neyi temsil ediyor?
Kovboy Kız dünyayla, doğayla, hayvanlarla ve gökyüzüyle bağlantı içindedir. Kire, toza ve şoka dayanıklıdır. Zor koşullarda var olabilir. Duygusal ve fiziksel sınırlarını zorlayabilir. Konfor onun için vazgeçilmez değildir. Erkeklere ait olduğu varsayılan bir dünyayı fetheden kişidir. Hareket halinde olduğu, bilinmezden ve yeni olandan korkmadığı gibi daima bir merak ve macera saikiyle hareket eder. Aynı zamanda mola verdiği her yerde kendini ve etrafındakileri besleyebilir; koruyabilir ve büyütebilir. Gökyüzünün altında, bozkırda eldeki üç beş malzemeyle dünyanın en lezzetli sofrasını kurabilir. Ateş yakmayı ve fırtınada nereye saklanacağını, yaban hayvanlarından nasıl korunacağını bilir. Elindeki malzemelerle icatlar ve tamiratlar yapabilir. Tüketime değil sürdürülebilirliğe adanmış bir yaşam felsefesi vardır. Yabancılara karşı temkinlidir ama bu onun etkileşime girmesine engel değildir. İnsanlara şans verirken aynı zamanda gözlemleyip değerlendirerek onlarla ilgili sonuçlara ve kararlara varabilir. Kendini körlemesine tehlikenin kucağına atan ve kullandıran biri değildir mesela. Aynı şekilde, haydut da olmadığına göre başkalarını acımasızca kullanan biri de değildir. O yol arkadaşlıklarına açıktır ama bazı yol arkadaşlıklarının sonsuza dek sürmeyeceği bilgisine de sahiptir. Bir şeyi deneyimlemenin onu sahiplenmekten ve kısıtlamaktan farklı olduğunu bilir. Birlikteyken tam olarak oradadır ama bu onun hiç kimseye ya da hiçbir şeye kul köle olmasını gerektirmez. Bir yerden ne zaman gitmesi gerektiğini çok iyi bilir. Kovboy Kız şimdide yaşayan biridir. Bozkırda gün doğumunun serinliğinde turnaların çığlıklarını dinlerken de, süslenip püslenip kasabanın ileri gelenleriyle bir baloda dans ederken de tam olarak oradadır. Kimseyi yargılamaz ve kimsenin onu yargılamasına da izin vermez. Bu yargılamalara kulak asmayışı ve hepsinden önemlisi kendini de yargılamayışıdır onu özgür kılan. Sıcacık bir kucakta bebek gibi uyuyabildiği gibi gerektiğinde sabah atını eyerleyip tek başına yola düşmeyi ve yeniden başlamayı da bilir.
🪩 Kovboy Kızlar da Hüzünlenir, Robbins’in kadın karakterleri merkeze aldığı en güçlü anlatılarından biri. Sence bu kitabın temel meselesi/meseleleri neydi?
Kovboy Kızlar aslında sadece bir kitap değil koskoca bir evren sunuyor bize. Son derece oyunbaz ve eğlenceli bir anlatı içinde değinmediği güncel felsefi soru yok sanırım. Feminizm, kapitalizm, ekolojik yıkım, manevi erozyon ve köklerimizden bizi uzaklaştıran kar odaklı inanç sistemleri, aşk, evlilik, aile, bireysellik, topluluk olmak… Ama temel meselesine gelecek olursak şunları söyleyebilirim:
Yusuf Atılgan, Aylak Adam’da Ku-Ya-Ra ve A-Da-Ko’dan bahseder. Kumda Yatma Rahatlığı ve Ağaç Dalı Kompleksi:
“Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye geçen günlerin kolaylığı. Ya adako? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. Buna ben ‘ağaç dalı kompleksi’ diyorum.”
Yusuf Atılgan, Aylak Adam
Bu güzelim tespitin arkasından Yusuf Atılgan maalesef şöyle diyor: “Çoğunlukla kuyara dişidir. Adako erkek. Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur.” Bugünden baktığımızda Aylak Adam malesef çok cinsiyetçi ve bu anlamda sakat kalmış bir anlatı. Belki de bugün “Aylak Madam” diye bir kitaba ihtiyacımız var ya da Atılgan bu kitabı bugün yazsa çok farklı yaklaşabilirdi. Ama insan olmanın bu iki hâl arasında bir salınımdan ibaret olduğunu söyleyebiliriz. İnsan özgür olmak ve maceralar yaşamak ister. Ama köklenmek ve yuvalanmak da ister. Sevmek ve sevilmek. Bağ kurmak, bir topluluğa ait olmak. Kovboy Kızlar tüm bu kavramları kendi içindeki çelişkileriyle bütün olarak değerlendirebilen ve yargılamayan bir kitap. Bir yazar olarak Tom Robbins’in en değerli niteliklerinden biri de yargılayıcı değil kucaklayıcı olması ve bize hem özgürlüğün çağrısını hem de kalbimizin şarkısını hatırlatması, birini ya da diğerini seçmek zorunda olmadığımızı vurgulaması. Yanıtlar vermeyen, sorular soran insanları seviyorum. Hayatta doğru yanıtlar yoktur, akış vardır. Bu akışın ruhunu hissettiren bir kitap Kovboy Kızlar ve bu yüzden de güvenilir… Size neyin doğru olduğunu dikte eden, cevaplar vaat eden hiçkimseye ve hiçbir şeye asla güvenmeyin. Sorgulayanların peşinden gidin…
🪩 Tom Robbins senin için nasıl bir yazar? Onun yazınsal karakterini, dünya görüşünü ve anlatı biçimini nasıl tanımlarsın?
Tom Robbins benim en sevdiğim yazar diyebilirim. Aslında yazarları değil, kitapları seçerim ama Tom Robbins’in bende özel bir yeri var. Hani 80’lerde queer bireylerin yaşamına damgasını vuran “Bir ben bir de Zeki Müren” sendromundan bahsedilir. Anadolu’nun herhangi bir noktasında başka hiçbir queer varoluş izi görmeden yaşayan ve kendini “ucube” gibi hisseden insanlar televizyonda Zeki Müren’i görünce yalnız olmadıklarını keşfederler. Tom Robbins de bana bunu hissettiren bir yazar. Onu okuduğum zaman fark ettim ki yalnız değilim. Tüm çılgınlığı, komikliği, uçarı dünyası, duygusal yükü, şiirselliği, özgürlük tutkusu, şefkate ve bağlara değer verişi, yargısızlığı, kucaklayıcılığı, hayalperestliği ve bilgeliği ile benim hayatta inandığım tüm değerleri temsil ediyor Tom Robbins. Kendiyle çelişmekten çekinmiyor olması beni daha da büyülüyor ve onu benim için daha da güvenilir kılıyor. Sabitliğinde ve kendi doğruluğunda iddialı olan, kendinden şüphe etmeyen, kendi haklılığına esir olup bunun uğrunda her şeyi yıkmayan çekinmeyen o köhnemiş eril aklın tahakkümünü, kendi deyimiyle gerçek düşmanı, yani “sıkıcı aklın zorbalığını” ifşa eden bir yazar. Dolayısıyla benim yazarım : )
🪩 Robbins’in kalemi senin anlatı dilini etkiledi mi?
Etkilemez mi? Onun oyunculuğu ve uçarı bilgeliği, kendine sınırlar koymayışı bir yazar olarak kendi renklerimi özgürce ifade etmem için bana cesaret verdi. Tom Robbins kült bir okur kitlesine hitap etmesine rağmen dünya edebiyat sahnesinde aslında geniş bir kesim tarafından “ciddiye alınmayan” bir yazar. Öte yandan iklim krizinden duygusal şiddet sarmalına bütün ciddi konulara da dokunan bir yazar. Ama bunu kendi renkleriyle ve düşleriyle yapıyor ve kendine sınır koymuyor. Sanırım ben de bu yolda ilerliyorum… Daha doğrusu öyle umuyorum. Okura saygı ve okunabilirlik çerçevesinde her türlü çılgınlığa hazırım ve dünyamıza egemen olduğunu iddia eden o “sıkıcı aklın zorbalığı” ile benim mücadele etme şeklim de bu. Kendimi bu dünyada kurban olarak konumlandırmayı, bana sunulan paradigmanın değerleri içinde ifade etmeyi reddediyorum. Kovboy Kızlar’da “Kareleşmiş bir yuvarlaktır medeniyet” diyor Robbins. Ve ben bu kareleşmeye karşı yuvarlaklarımla yuvarlanmaya devam etmekte, dans etmekte kararlıyım. Benimle yuvarlanıp dans edecek okurlarımı arıyorum : )
🪩 Bu kitabı çevirirken senin için en çetrefilli ve en dönüştürücü an neydi? Robbins’in zaman zaman absürde, mecazların içine ve betimlemelere gömülen diliyle nasıl başa çıktın?
Her şeyden önce bir romanı, hele de en sevdiğim romanı çevirmek benim için yazarlık ve romancılık adına başlı başına bir deneyimdi ama zorlandığım yerler olsa da her anından keyif aldım. Tabii burada önemli bir etken de Ayrıntı Yayınları’nın o dönemde beni zamansal olarak sıkıştırmamasıydı. Bana göre her kitabı herkes çevirmemeli. O kitabın ve yazarın ruhuyla bağ kurabilen insanlar çevirmeli. Günümüz dünyasında artık ütopik görünse de kitap, bir içerik ya da salt bir ürün değildir. Çeviri ise bir sanattır. Teknik önemlidir ve olmazsa olmaz ama tek başına dilbilim ya da teknik her şey değildir. Bir yazarın kurduğu cümlelerin bir müziği, ritmi ve ruhu vardır. Ve bu da öyle iki üç ayda yakalanacak bir şey değildir. En büyük üzüntüm çevirmenlerin hak ettikleri maddi karşılığı alamadan bir takım akıl dışı takvimlere sıkıştırılarak kitap çevirmeye zorlanması ki bu da okuduğumuz çevirilerin kalitesini muazzam ölçüde düşürüyor. Çoğu zaman çevirisi kötü olduğu için kitapları başa dönüp İngilizce okumak zorunda kalıyorum. Bu herkes için büyük bir kayıp ve bir kültür erozyonudur. Bu işin içinden nasıl çıkacağımızı hiç bilemiyorum ama “gezen tavuk yumurtası” gibi işinin ehli “insan” çevirmenlerin çevirdiği kitaplar da yakında belki bir değer olacak. Tom Robbins’in absürt dünyası bana öyle yakın ve tanıdık ki bu konuda zorlanmadım, kendimi hep evde hissettim. Mecazları ve betimlemeleri çözümlemek ise benim için eğlenceli birer bulmaca, bir oyun ve büyük bir keyifti. Yaptığınız zor bir işi kendi ikna olduğunuz noktaya getirebilmek kadar tatmin edici az şey vardır. Ve hakkıyla, aşkla, sevgiyle yapıldığında tüm zorluklarına rağmen çeviri de bu alanlardan biri.
🪩 Çeviri süreci senin için yalnızca teknik bir süreç miydi, yoksa duygusal, hatta politik bir deneyime mi dönüştü?
Bir roman çevirisi asla sadece teknik bir süreç olamaz, hele ki bir Tom Robbins romanı. Özellikle de hayatımın kitaplarından biri olan Kovboy Kızlar’ı çevirmek benim için son derece duygusal bir süreçti. Her satırıyla hayatta sorguladığım tüm konulara değinen, önem verdiğim, kutsallık atfettiğim her değeri yücelten bir kitap bu. Dolayısıyla her anı aşkınlık, aşk ve taşkınlıkla dolu, müthiş zevkli bir süreçti benim için. Ve aynı zamanda politik evet… Çünkü hem feminist, hem anti-kapitalist hem de ekolojik anlamda devrimci bir metin var karşımızda. Kısaca Eko-feminist diyebiliriz… Politik dediğimizde belki akla politikacılar, insanlığa yaşatılan zorbalıklar ya da sloganlar ve sıkılı yumruklar geliyor olabilir. Ama aslında her şey politiktir. Bugünün dünyasında aldığımız her nefesle ve attığımız her adımla birilerine para kazandırıyor ve birilerinin emeğinin sömürülmesine katkıda bulunuyoruz. Attığımız her adımın bir bedeli, bir anlamı var. Var olmanın kendisi zaten gayet politik. Özellikle de neşe kavramı… Hani Gezi’de bir duvar yazısı vardı “En güzel direniş kalbi temiz tutmaktır” diye. Ezici karanlığın karşısında neşeni ve ruhunun canlılığını korumak bana göre önemli bir direniş biçimi. Aksi takdirde uğrunda savaşacak bir şey de kalmıyor zaten. “Kurtuluş yok tek başına” sözü boşuna değil. Sen kendi kendine ne kadar yoga ya da meditasyon yaparsan yap varacağın yer bellidir. Hayatın özü tıpkı çiftlikteki kovboy kızlar ve turnalar gibi bir araya geldiğimiz, birbirimizin gözünün içine baktığımız, birbirimize dokunabildiğimiz fiziksel alanlarda gerçekleşiyor bence. Sokaklarda ya da bizimle ortak tutkuları olan insanlarla buluştuğumuz yerlerde. Bu bir hobi, bir spor dalı, bir müzik türü, toplumsal hareket ya da bir altkültür olabilir. 2000’lerde elektronik müziğin böyle bir rolü vardı mesela. Milliyetçi İngiliz holiganlardan empati kurabilen yetişkinler yarattı. İpucu: Olay fiziksel mekânlarda geçiyor!
🪩 Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’i, Robbins’in yarattığı evrenleri sevenlere önerebileceğin başka yazar ve kitaplar var mı?
Tabii ki kendi romanlarım Arızanın Merkezine Seyahat ve Her şey Dans Ediyor : ) Bunun dışında ilk aklıma gelenler 7 - Cem Akaş, Reenkarnasyon Blues - Michael Poore, Kuyruk - Christopher Moore, Çalı Horozu - Michel Tournier, Karpuz Şekerinde – Richard Brautigan, Patty Diphusa – Pedro Almodovar.
🪩 Her Şey Dans Ediyor kitabın nasıl doğdu?
Her Şey Dans Ediyor aslında hafıza üzerine bir kitap. 2015 Türkiye’sinden 70’lere gidip geldiğimiz bu kitabın merkezinde geçmişte kaybettiği aşkını bir sonraki reenkarnasyonunda arayan bir zaman yolcusu var. Asıl sahnemiz ise İstanbul’da bir pole dans stüdyosu ki bu stüdyodaki kızlarımız aynı zamanda Tanrıça Hekate’ye tapan bir cadı klanı. Bunun yanı sıra bir serbest dalgıç ve kitaba damgasını vuran efsanevi bir pavyon kızı karakterimiz de var. 70’lerde bir kısım insan devrim uğruna genç yaşta hapse düşüp işkence görürken bir kısmının da müzik ve kültür alanında yaşanan devrimin parçası olduğu karmaşık siyasi ortam da kitabın başrollerinden biri diyebiliriz. Ama asıl derdim kadının kendini bir bütün olarak sahiplenme, özgürce var etme çabası ve mücadelesi oldu. Arızanın Merkezine Seyahat ise bir yol kitabı. Bir kitap dedektifi ve bir ödül avcısı bu kitapta dünyaya yeni geldiğine inanılan bir kutsal kitabın peşinde dünya yolculuğuna çıkıyorlar. İstanbul’dan Kapadokya’ya, oradan Tayland, Kamboçya, Nepal, Hindistan ve Bali’ye uzanıyorlar ki bu rotalar benim sırtımda çanta ile bizzat yaşadığım, keşfettiğim yerler. Arıza özünde yetişkinliğin konfor ve çekim alanlarını ve aynı zamanda tuzaklarını sorgulayan bir kitap. Aslında bu iki kitabın birbirini tamamladığını, ikisinin de kadının, özellikle de genç kadınların, genç bireylerin hayatlarında yaşadıkları arayış, sorgulama ve evrimlerin farklı evrelerini ifade ettiğini söyleyebiliriz. Hatta ikisi birbirine zincir oluyor. Özetle her iki kitap da toplumun bize sunduğu seçenekleri sorgulamayı, bunların ötesine geçebilmeyi, kendimizi tanıma çabamızı ve kendi değerlerimizi keşfetme yolculuğumuzu anlatıyor.
🪩 Kovboy Kızlar da Hüzünlenir ile ruh akrabalığı hissettiğin noktalar neler? “Kardeş kitap” ifadesi senin için neyi anlatıyor?
Bugüne kadar yazdığım iki roman da Kovboy Kızlar da Hüzünlenir ile kardeş ruhlardır diyebilirim : ) Arızanın Merkezine Seyahat kitabında hayatın ve özellikle de aşkın hayal kırıklığına uğrattığı, her şeyden elini eteğini çekip Moda’da vegan kafe açmış bir kadın karakterimiz var ki Leyla aslında işinin ehli bir kitap dedektifi. Okumuş, gezmiş, görmüş, becerikli ve özgür ruhlu bir kadın. Ama bir ilişkiyle tamamlanacağı fikri onu sakatlamış durumda. Hayatta bir yol arkadaşını arzulamak son derece insanca bir şeydir ama Leyla seri hayal kırıklıklarının ardından kendini izole bir konfor alanına kapatmış. Fakat bu konfor alanı onun ruhunu köreltmiş ve köşeye sıkıştırmış. Tabii hayat devreye giriyor ve bu konfor alanını yerle bir ediyor. Leyla tamamlanmak için kendini yeniden özgür bırakmak, cesaret etmek ve yeri geldiğinde şeytanlarla dans etmek zorunda! Dolayısıyla yollara düşüyor. Onun bu hali benim için özgürlüğünden vazgeçmeyen ama aşkı arayan otostopçu Sissy ile birebir örtüşüyor. Her Şey Dans Ediyor’daki tanrıça Hekate’ye tapan cadı klanı/pole dans stüdyosu ise benim için Kovboy Kızlar’daki Rubber Rose çiftliğinin mikro bir örneği. Tıpkı kovboy kızlar gibi bizim pole dans cadıları da “kurumsal” dinlerden önceki köklerimize, toprak anaya, tanrıça kültüne geri dönerek dünyanın kalbindeki hakikati ve kadın olmanın gücünü keşfediyorlar. Kimsenin “dişil enerjiyi” onlara öğretmesine ya da satmasına ihtiyaçları yok. 90’lı yıllar kadınlara yeterince güzel ya da kusursuz olmadıklarını söyleyerek onları eksik hissettirdi ve sakatladı. 2000’ler ise yeterince dişil enerjiye ya da iç huzuruna, bilgeliğe, aydınlanmaya, farkındalığa sahip olmadıkları fikrine yaslanarak yine aynı şeyi yaptı. Mesaj hep aynı: kusurlusun, eksiksin, yetersizsin. Ama bunun ilacı “ben mükemmelim” dedirten ve parayla satılan “tanrıça atölyeleri” olamaz. Bana sorarsanız birileri bunun üzerinden para kazansa da kazanmasa da kolektif uyanış zaten gerçekleşiyor. İhtiyacımız olan şey ise bir araya gelmek ve birbirimizin gözlerinin içine bakmak.
🪩 Kitapların ilk bakışta “fantastik” çatısı altında görünmekle birlikte hem edebi açıdan zengin, hem de sen de tıpkı Tom Robbins gibi felsefi ve siyasi konulara parmak sallamadan değiniyorsun. Sence kitapların politik mi?
Parmak sallayan ve “öğreten” bir olmayı hiç istemedim ama benim için önemli konuları okurlarımla birlikte keşfetmek ve sorgulamak isterim. Dolayısıyla okuru da içine alan etkileşimli bir süreç olmalı bu. Okurun yerine düşünmek ve öğretmek yerine kendine ve hayata dair bazı şeyleri keşfedeceği bir süreci tetiklemek… Sanırım fantastik ve pozitif, neşeli bir tonda yazmak belli bir kesim için politik sayılmıyor, hatta siyasetten, hayattan uzak gibi algılanıyor ama dert değil, bu benim... Bir romancı olarak benim için önemli hedeflerden biri şu: Karakterlerimi zorlasam da “kurban” olarak konumlandırmayı ve “kurbanlık” hikayelerini tekrar tekrar üretmeyi sevmiyorum. Çünkü kurbanın öyküsünü yeniden ürettikçe “failin” ya da “zorbanın” zafer efsanesini de besliyor ve aslında sürekli ondan bahsediyoruz. Sürekli zorbadan bahsetmek onu beslemektir. Oysa çağ değişiyor ve çağımızla birlikte yeni iletişim, kurgu ve ifade biçimlerine ihtiyaç var. Ben bu kurban ve fail rolleri üzerine yeni akışkanlıklar ve taze yaklaşımlar üretmeye çalışıyorum ki başlı başına sadece bu bile politiktir. Doğrudan politik mesajlara gelecek olursak, Arızanın Merkezine Seyahat için spoiler vermeden konuşmakta güçlük çeksem de olay aslında gezegenimizde “empati”nin yok olmasına dair bir felaket senaryosunu da içinde barındırıyor. Elon Musk ve benzerlerinin, “milyonerlik” kurumunun empatiyi zayıflık olarak değerlendirdiği günümüz dünyası da bu nedenle distopik zaten. Kurumsal ve şirketsel faşizmin, bizi distopyaya sürükleyen her kararın ve her adımın arkasında “empati” eksikliği var. Her Şey Dans Ediyor’a gelince; AKP Türkiye’sinde, tam da Gezi’nin ardından Türkiye’de kadınların fiziksel gücünü, bedensel otonomisini ve cinselliğini geri almasına dayanan, tabu kıran bir Pole Dans altkültürünün oluşması son derece politiktir. Bu kültürü kitapta Anadolu’nun, Karya bölgesinin tanrıçası Hekate ile ve cadılıkla birleştirdim. Kitabın 70’lerde geçen kısmında ise ağabeyi devrimci hareketin içinde ciddi bir rol oynayan ve bunun bedelini ağır koşullarda ödeyen, kocası ise 68 ruhunu Anadolu Rock ve disko kültürü içinde tamamen hedonistik bir şekilde yaşayan bir karakterimiz var. Tıpkı bugün olduğu gibi birileri hapse girerken birileri de diskoya gidiyor… Ve ben bu konuya kesinlikle yargılayarak yaklaşmıyorum ama çağın siyaseti ve bunun günlük yaşamımızdaki taban tabana zıt yansımaları benim ilgimi çekiyor. Dolayısıyla, evet bence Her Şey Dans Ediyor da hem dolaylı, hem de doğrudan politik bir kitap. Ama bununla buluşmak için okurun da çaba göstermesi ve belli önyargılarını kırmaya hazır olması gerekiyor. Bugün Türkiye’deki Pole Dans kültürünün en önemli rollerinden biri de bu belki... İnsanları kendi tabularını, önyargılarını kırmaya zorlamak…. Çünkü pole gösterilerine yer yaştan kadın ve erkek katılırken onları izlemeye eşleri, sevgilileri, anneleri, babaları, çocukları da geliyor. Bu bir devrimdir ve devrim dediğimiz şey içinde evrimi de barındırıyor. Beraber evrimleşmenin en güzel yolu da sevgi, şefkat, merhamet ve seçilmiş ailelerimiz.
🪩 Kitabın adından ve dansçı kimliğinden yola çıkarak dans ve müzik ekseninde neler söylemek istersin?
Dans ve hareket benim için her zaman önemliydi. Çocukken annemin dinlediği Edith Piaf şarkıları üzerine kafasında hikayeler yazan ve bunları kanepenin arkasına gizlenip tek başına soyut danslarla sahneleyen biriydim : ) Lisede dedemin kitaplarından öğrenip yoga yapardım (Evet, enteresan bir dedem vardı…) Beni ve tüm kız öğrencileri spordan soğutmak için elinden geleni yapan beden eğitimi öğretmenime rağmen bedenimle ilişkim hiç kopmadı, hatta gitgide güçlendi. Elektronik müzik ve 2000’lerin önce kulüp sonra Rave ortamı beni hem dünyanın dört bir yanında ormanlarda, dağlarda, sahillerde dans etmeye götürdü hem de 10 sene boyunca psytrance dj’liği yaptım ve Hollandalı bir label’ın dj’i oldum. Tayland’da, Fas’ta, Nepal’de çaldım. Sonraki yıllarda pole dans hayatıma girdi, üstelik de 37 yaşındayken ve 12 yıldır hâlâ hayatımda. Tüplü dalışla başlayan su altı maceram ise serbest dalışla devam etti. Gururla söyleyebilirim ki hem direğin tepesinde bedenini tepetaklak bir şekilde taşıyabilen hem de su altında 30 metreye tüpsüz dalabilen biriyim. Üstelik de 48 yaşımda… Fiziksel kapasitemde artık yaşımın getirdiği sınırlamaları daha fazla hissediyorum ama ne şanslıyım ki bedenimi ve yapabileceklerini keşfedebildim. Bunu aynı tutkuya sahip insanlarla paylaştım ve ömürlük dostlar edindim. Kelimelerin ve fiyat etiketlerinin ötesine geçen müzik ve dans, varoluşla ve kendi ruhunla ahenk içinde olmak, özgürleşmektir. Benim kutsalım da bu zaten… (Yazar kimliğim için Sona Ertekin, dansçı, dalgıç ve aşçı kimliğimle de Luna Lupus adıyla beni Instagram’da takip edebilirsiniz)
🪩 Bu kitapları Türkiye’nin bugününde okuyan bir insan ne bulur? Bu hikayelere en çok kimin ihtiyacı var?
“Sihre inanmamak zavallı ruhlarımızı iş dünyasına ve hükümete inanmaya mecbur bırakabilir” diyor Tom Robbins. Dolayısıyla içinde yaşadığımız gerçekliğin aslında büyük bir kurgu ve bir illüzyon olduğunu, sistem her şeyi ele geçirmiş gibi görünse de gerçekliğin yolda yürürken ağaçları gördüğümüz, binaların arasından hava kirliliğinin yarattığı muazzam kırmızı mor ışıklarla batan güneşi fark ettiğimiz, bir yabancıyla göz göze geldiğimiz, sevdiğimiz insanlarla bir araya gelip ağladığımız, güldüğümüz, dans ettiğimiz anlardan ibaret olduğunu unutmamak gerekiyor. Turna kuşlarının varoluş mücadelesinden Saat Mekanizması’nın amansızlığına, Kovboy Kızlar’ın cinsel akışkanlığından aşk arayışına, özgürlük ve aidiyet arasında yapılan tercihlere, sermayenin sözde güvenlik alanlarından risk ve macera ruhuna, Türkiye’de bugün kendini sıkışmış hisseden herkes ve özellikle de genç kadınlar, genç bireyler için rehber niteliğinde bir kitap bu.
🪩 Sence sanat nasıl daha güçlü bir direniş alanı olabilir?
Sanat zaten yeterince güçlü bir direniş alanı. Sorun ise sermayenin sanatı bir tüketim malzemesine, ürüne indirgemesinde. Sinema, müzik ve yayıncılık dünyasını ve kullanılan teknolojik mecraları sermayenin yönlendirmesi asıl sorunumuz. Çünkü bu sanatın ruhunu öldürüyor. Ruhu olan sanat çaresizce birilerine ulaşmaya çalışan küskün sanatçıların yakın çevresiyle kısıtlı kalıyor. Ticari potansiyelden başka bir kriter kalmadı ve bu da üretimin tek tipleşmesine, ehlileşmesine yol açıyor. İsyankar ve devrimci nitelikte görünen ama özünde kapitalizme hizmet eden anlatıyı tekrar tekrar üreten işler her yerde. Ne yapacağız bilemiyorum ve son günlerde beni en çok inciten, düşündüren konulardan biri de bu zaten. Sanatçı “yeni bir mecra çıkmış, buradan nasıl para kırarız” diye düşünen kişi değildir, böyle düşünürse sanatçı olmaz zaten. Sanatçının bir derdi, bir hayali, bir üslubu, bir vizyonu vardır. Sanatçının emeğini bir anda çöp eden Yapay Zeka kaçınılmazsa bununla barışmanın yollarını bulalım elbette, çağın ruhunu yok saymayalım, çağı, teknolojiyi ve güncel olanı yakalayalım, kullanalım. Ama sorun yapay zekada değil her şeyin satış değerine indirgenmesinde. Öyle ya da böyle, duygusal ve değersel bir devrime ihtiyacımız var bence. Sürdürülebilir olmayan mevcut siyasi ve ekonomik sistemlerin çöküşüne şahit olurken bu değişimi de gözlerimizle görüp hepimiz parçası olacağız bence. Fakat nasıl olacak bilemiyorum. Ama en azından işe bireysel etiğimizi ve değerlerimizi, günlük hayatta attığımız adımların toplumsal etkisini sorgulayarak başlayabiliriz.
🪩 Son olarak, kovboy kızlara ve kovboy boylara ne söylemek istersin?
Ne diyebilirim ki? Yiiiii-haaaa! Hayat sizin. Kimsenin onu sizin için tanımlamasına ve yolunuzu çizmesine izin vermeyin. Haritayı yakın ve kendi yolunuzu kendiniz çizin. Ne istediğinizi bilmiyorsanız önce istemediğiniz yerlerden uzaklaşmanın yollarını arayın. Sıkı çalışmayın, zora gelmeyin demiyorum ama sezgilerinize kulak verin. Frank Zappa’nın dediği gibi: “Eğer annenizi, babanızı, kilisenizdeki rahibi, televizyondaki bir adamı ya da size ne yapacağınızı söyleyen herhangi birini dinlediğiniz için sıkıcı ve sefil bir hayat yaşıyorsanız, bunu hak etmişsiniz demektir”… O yüzden kendi ezberinizi bozun ve konfor alanlarınızı terk edin… Pişmanlık duyacaksanız bile en azından kendi tercihlerinizi yapmanın gönül rahatlığını yaşayın ve keşke demeyin.
🌞 Maceraya atılırken, rüzgar saçına dolanmışken dinlemen için ile hazırladığımız çalma listesi;
🍐 Macera sonrası acıkanlar için kovboy kız usulü crumble tarifi:
✨KOVBOY KIZLAR SORUYOR✨
Atına binip gün batımının kalbine doğru yola çıkarken yanına alacağın tek şey ne olurdu? Bir nesne, bir fikir, bir hayal ya da çılgın bir umut. Neyi seçerdin ve neden?
Yorumlarda cevabınızı yazın ve yanına hangi kitabı istediğinizi belirtin. Örneğin: "Yanıma Kovboy Kızlar alırım çünkü... - İstediğim kitap: Her Şey Dans Ediyor ".
En özgün yanıtları siz, yani sevgili okurlarımız oylayacak! En çok beğeni alan 3 cevabı ödüllendireceğiz!
(❤️🔥Sevgili Kovboylar, en özgün bulduğunuz yorumu beğenmeyi unutmayın.❤️🔥)
Ödüller:
Kazanan, seçtiği kitabı imzalı olarak kazanacak! Kovboy Kızlar da Hüzünlenir, Arızanın Merkezine Seyahat veya Her Şey Dans Ediyor kitaplarından biri sizin olabilir! 💌📚
Sonuçlar Ne Zaman Açıklanacak?
Bir hafta sonra kazananları açıklayacağız. Cevaplarınızı sabırsızlıkla bekliyoruz!
Şimdi gün batımına doğru yola çıkmadan önce hayal gücünüzü serbest bırakın! 🌄🐎
Adios, amigos!
Özgür, asi ve neşeli kalın! ❤️🔥
Gülüşme üzere.
💌 Kovboy Kız Çağrısı:
Eğer istersen, gitmeden…
❤️🔥 Kalbini bırakabilirsin, 📝 Düşünceni yorumlara savurabilirsin, 🔁 Başka kovboylarla paylaşabilirsin, 📩 Ya da sevdiğin bir ruha “Bak, bu senlik!” diye gönderebilirsin.
📸 Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’in Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz.👀
🎴Dijital Dükkan’dan dünyanızda yer edinebilecek yaratımlarımı edinebilirsiniz.
🎧Yaptım bir delilik! KKH artık Spotify’da!
Yanıma bakır bileziklerimi alırdım, ilk özgür yolculuğumda Avanos'ta bulmuştum onları ve sonra benzerlerini bile bulamadım hiçbir yerde. Bana eşsizliğimi hatırlatıyorlar, hayal kırıklıklarımdan sonra köşeye çekilip oturduğumda bileklerimdeki şıngırtıları beni yeniden dünyaya getiriyormuş gibi. İstediğim kitap: Kovboy Kızlar Da Hüzünlenir
Yanıma almak isteyeceğim tek şey, kaybedilmiş bir hafıza olurdu. Her şeyi sıfırdan kendi yollarımla öğrenmek, yargısızlık ve anısızlık... (İstediğim kitap: Her Şey Dans Ediyor)