Kovboy Kız Seyahatnamesi #2: Behramkale
Bir anı yazısı: Bence zaman, ateşin etrafında başka türlü akıyor. Sanki her cümle daha ağır, her kahkaha daha uzun kalıyor havada.
Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’den herkese kocaman bir merhaba!
Bugün sadece bir yere değil, geçmişe de kısa bir yolculuk yapacağız.
Dürüst olmak gerekirse, geçtiğimiz aydan bu yana çok fazla gezemedim. Nasıl geçtiğini bile anlamadığım bir haziran ve temmuz oldu benim için. Kavurucu sıcaklar nedeniyle genellikle evdeydim. Ama içimde yine de küçük bir yolculuğa çıkma isteği vardı. Madem dışarı çıkamadım, ben de geçmişteki bir maceraya döndüm.
Bugün size birkaç yaz önce yaptığım bir Behramkale kampını anlatmak istiyorum. Hem bol kahkahalı hem de biraz zorlayıcı bir maceraydı.
Umarım okurken siz de en az benim kadar keyif alırsınız.
Hazırsanız… geçmişin tozlu yollarına, bir çadırın gölgesine ve yıldızlı gökyüzüne doğru yola çıkıyoruz.
Bu Kez Rotamız: Çanakkale
Yol, önce Behramkale’ye uzanıyor. Bir yanı Antik Assos, bir yanı alabildiğine Ege.
Assos, M.Ö. 7. yüzyılda Aioller tarafından kurulmuş. Bu yazı için hazırlanırken Aristo’nun burada bir okul kurduğunu, az ötede felsefenin ayak izlerini bıraktığını öğreniyorum. Bir kaya platosunun üzerine kurulmuş şehir, zamanında hem denizi hem ticareti hem de düşünceyi izlemiş.
Anladığınız üzere ilk durağımız Asos’tu. Hızlı, meraklı bir geziydi. Hava çok sıcaktı ve biz kahvaltı yapmamıştık. ,Bu nedenle tadına varamadan oradan ayrılmaya karar verdik.
Dönüş yolunda taşların arasında yabancı ve acemi bir şekilde yürürken pat! Bir şey karşımıza fırladı: yılana benzeyen ama ayakları olan garip bir yaratık!
Bir an neye uğradığımızı şaşırdık. Fakat bu ilk defa gördüğümüz arkadaş bizi hiç umursamadan gideceği yere doğru hızla yol almaya devam etti.
Kahkaha ve panik birbirine karıştı. O da bizim gibi bir yolcuydu, bilmiyorum. Hepimiz hayatta bazen “ne olduğunu bilmediğin ama geçip giden şeyler” yaşamıyor muyuz zaten?
Köyde kısa bir yürüyüş yaptık, küçük ve samimi bir çay bahçesinde soluklandık. Güneş yukarıdan usul usul tepemizi kavururken, aklımızda tek bir şey vardı: Kamp kuracağız. Ama nereye?
Kamp alanı tercih etmediğimiz için denize sıfır bir yer hayaliyle yollara düştük. Epeyce dolandık, tozlu patikalara saptık, çalılıkların içinden geçtik… Derken, insanlardan uzak, sakin, denizle iç içe bir alan bulduk. Hatta uzakta bir ağaca bağlanmış salıncak vardı; salıncak denizin dibinde, kendi halinde rüzgarla usul usul sallanıyordu.
Yalnızca tek bir sorun vardı: Çöp. Maalesef bazı yerlerde doğaya bırakılmış kalıntılar vardı. Ama doğanın güzelliği ve açlığımız baskın çıktı, kalbimiz ve midemiz “burada kalın” dedi.
Çadırla Sınanmak
Alandaki en temiz yeri bulur bulmaz hemen araçtan eşyaları taşımaya başladık. Sabahtan beri hiçbir şey yememiştik. Gözümüz masamızdaydı ama önce çadır kurulmalıydı.
“Otomatik kurulan çadır getirdim,” demişti arkadaşım (!) Bu cümlenin başımıza iş açacağını hiç düşünmemiştim.
Biz analog insanlar için bu sistem çok karmaşık geldi. Çadırın gövdesi olacak parçaları birleştirirken, sadece tek bir parça bir türlü yerine oturmuyordu. Tam 1.5 saat… Evet, bir buçuk saat! Sıcakta, aç karna, kıyafetlerimiz terden yapışmış, hepimiz sessiz sinir krizi eşiğindeyiz.
Videolar izledik, birbirimizi izledik, parçayı izledik.
Olmadı. Pes ettik mi? Hayır.
Çok iyi olmasa da, bizi o gece idare edecek bir çözüm bulduk. Bir ip yardımıyla, bir türlü oturtamadığımız parçayı ana aksana bağlayıverdik. Ve… kahvaltı zamanı!
O domates, o zeytin, o ekmek… Sanki dünya mutfağının en özenli menüsünü sunuyordu bize.
Açlıkla gelen haz, doğayla birleşince, en basit şey bile ziyafete dönüşüyor.
Kahvaltımızı denizin hemen kıyısında yaptık. Taşların üzerinde masamıza oturduk, ayaklarımızı suya soktuk. Rüzgar hafifti, arkadan denize eşlik eden tatlı bir müzik çalıyordu.
Suyun İçinde Hafiflemek
Kahvaltının ardından, günün en serin, en berrak anına adım attık. O buz gibi suya ilk temas… Bedenimiz birden gevşedi, içimizdeki uğultular dindi, göz kapaklarımın altındaki tüm yorgunluklar dağıldı.
Uzun uzun yüzdük. Birbirimize su sıçrattık, dalgaların içine kahkaha serptik.
Güneş, gövdemize tatlı bir ağırlık bırakmıştı. Sahilde taşların üzerine serildik. O an hiçbir şeyin acelesi yoktu.
Ve sonra… en keyifli kısma geldik: Ateş ve bira vakti!
Ateşin Etrafında, Gökyüzünün Altında
Güneş yavaşça göğün kıyısına çekilirken kamp ateşimizi yaktık. Bira şişeleri açıldı, yemekler hazırlandı, sohbetler koyulaştı.
Bence zaman, ateşin etrafında başka türlü akıyor. Sanki her cümle daha ağır, her kahkaha daha uzun kalıyor havada.
Alevlerin kıvılcımları göğe savrulurken, içimizden birimiz şarabı açtı.
Gökyüzü, tüm cömertliğiyle üzerimize yıldızlarını serpti.
O an, hiçbir yere ait olmadan ama her yere kök salarak oturduk.
Yıldızların altında, bir geceliğine ait olduğumuz bir ev kurduk kendimize.
Çadırın Dışındaki Uğultu & Gölgeler
Uyku vakti geldiğinde, üç kişi aynı çadırda sıkıştık. Günün tatlı yorgunluğunu üzerimizden atmaya çalışırken, gece sanki “bitmedi!” der gibi kapımıza dayandı.
Rüzgarın uğultusu çadırı hışırdatıyor, dışarıda bazı şeyleri yerinden oynatıyordu. Bizim kulağımıza her ses, gizemli bir ayak sesi gibi geliyordu.
O anlarda doğa, tüm ihtişamıyla değil, tüm bilinmezliğiyle konuşuyor insana.
Tedirginlik yavaşça yükseldi. Birimizin elinde bıçak, diğerinde balta, benim elimdeyse biber gazı vardı.
“Bir cesaret” dedik ve fermuarı açtık.
Tahmin edin ne oldu? Sadece rüzgarda çekip gitmeye karar veren çöpler...
Ama ilk kamp deneyimi olan arkadaşım o gece, sabaha kadar tabutta yatar gibi uzanarak, elinde baltayla çadırın tavanına bakarak bekledi.
Sanırım kamp hayatına biraz sert bir giriş yaptı.
Bazı korkuların mizahı, sabah ışığında anlam kazanıyor.
Dönüş Yoluna Düşerken
Ertesi sabah, biraz uykusuz ama bol kahkahalı bir geceyi geride bırakıp toparlandık.
Çünkü bizi Tekirdağ, İstanbul ve Eskişehir’den geçen yeni yollar bekliyordu.
Her sırt çantasına yeni bir anı eklenmişti artık.
Ve o kamp yeri… belki bir daha asla uğramayacağımız ama hatırlayacağımız yerlerden biri oldu.
🌊 Kovboy Kız’dan Mini Tavsiye 🏔️
Eğer siz de bir gün Behramkale’de kamp kurmaya niyetlenirseniz muhteşem yerler sizi bekliyor.
Ama ufak bir not:
Çadırınıza güveniyorsanız ne ala — ama otomatik kurulanlar bazen otomatik sinir bozabiliyor. 😅
Masa, sandalye ve biraz sabır iyi gider.
Ve bence en önemlisi:
Kamp yaparken doğayı korumayı, çöplerimizi toplamayı unutmamak.
Bir sonraki Kovboy Kız Seyahatnamesi’nde yeniden buluşmak üzere…
Şapkanızı yanınızdan eksik etmeyin, dizginleri gevşetin ve bazen sadece yoldan geçmenin de bir keşif olduğunu unutmayın.
🌾
Adios, amigos!
Özgür, asi ve neşeli kalın! ❤️🔥
Gülüşme üzere.
💌 Kovboy Kız Çağrısı:
Eğer istersen, gitmeden…
❤️🔥 Kalbini bırakabilirsin, 📝 Düşünceni yorumlara savurabilirsin, 🔁 Başka kovboylarla paylaşabilirsin, 📩 Ya da sevdiğin bir ruha “Bak, bu senlik!” diye gönderebilirsin.
📸 Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’in Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz.👀