Düşler&Düşüşler #16: Çirkin Ördek Yavrusu
Kendi kaderini kendin tayin etmenin fiyatı hiçbir zaman ucuz değildir. Evraka! Ve sil baştan.
Kovboy Kızlar da Direnir’den herkese kocaman bir merhaba. Nasılsınız? Bugün 1 Mayıs. Dayanışmanın, emeğin ve birlikte direnmenin günü. Direniyoruz. Farklı hayat eksenlerinde, belki kendi küçük çemberlerimizde kendimiz olma savaşı verirken bu dönemde ve bugün de hep birlikte, özgür, adil, yaşamdan yana bir yer için bir araya geliyoruz.
Bu hafta iki sene önce paylaştığım bir yazıyı revize ederek tekrar paylaşmak istedim. Çünkü Horatius’un dediği gibi “Anlatılan senin hikayendir.” ve inanıyorum ki biz kendi hikayelerimizi anlattıkça cesaret, ilham ve yoldaş oluyoruz her birimiz için.
“Belki diyeceksiniz ki, on beş yaşında bir kızın ailesine kafa tutmasını, toplumuna başkaldırmasını, ağırlıklı kültürel ve dinsel geleneklere isyan etmesini ve pek anlamadığı bir rüyayı izlemesini beklemek de çok fazla olur. Elbette çok fazla olur. Kendi kaderini kendin tayin etmenin fiyatı hiçbir zaman ucuz değildir. Hele bazı durumlarda, düşünülemez bile. Ama insan harikuladeliğe ulaşmak için, düşünülmeyecek olanı düşünmek zorundadır.”
— Tom Robbins, Parfümün Dansı Sayfa: 99
Düşler Kadar Masallar da Gerçektir.
Estes’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını okumaya başlamam yıllarımı aldı, bitirmem de… “Sürüsünü Bulmak: Kutsama Olarak Aidiyet” bölümünü üç defa okudum.
Bu masalın göremediğim fakat hissettiğim taraflarını Estes öyle güzel işlemiş ki ilk bitirdiğimde, “Ben çirkin ördek yavrusuyum ve ait olduğum topluluğu bulmalıyım,” dedim.
İkinci okuduğumda, “Ben yaralı arketipine nasıl tutulmuş kalmışım?” dedim. Bugün okuduğumda ise “Bunu nasıl anlatabilirim acaba?” diye düşündüm. Bu bağlamda köprü kurmak istedim. Nedense zorlanıyorum.
Peki, neden zorlanıyorum?
“Çirkin Ördek Yavrusu” masalını herkes bilir. Clarissa P. Estes, muazzam bir şekilde bu masalın anlamını gözlerimizin, kalbimizin ve ruhumuzun önüne sermiştir.
“Hans Christian Andersen öksüz çocuklar konusunda düzinelerce edebi öykü yazdı. Kaybolmuş ve ihmal edilmiş çocukların en büyük baş savunucusuydu ve insanın kendi türünü arayıp bulması taraftarıydı.”
“Çirkin Ördek Yavrusu” adlı öykünün Andersen’e ait versiyonu ilk kez 1845’te yayımlandı. Masalın altında yatan temel motif, sıradışı ve sahipsiz olanlarla ilgiliydi; yani tam bir Vahşi Kadın yarı tarihi. Son iki yüz yıldır “Çirkin Ördek Yavrusu” ardı sıra gelen, “dışlanmış” kuşakları kendi yaşam ortamlarını bulana kadar direnmeye cesaretlendiren birkaç öyküden biri oldu”.
Çirkin Ördek Yavrusu Olunur mu? Doğulur mu?
Her iki ihtimal de mümkündür. Clarissa kitabında bunun için üç neden sunar ve son nedeninde der ki: “Yanlış Zigot Sendromu.” Çoğu kişi de bu seçeneği seçer. Evet, Zigot Perisi türbülansa girdi ve siz de yanlış eve düştünüz.
Benim açımdan bu süreç, büyüdükçe gerçekleşti; büyürken, serpilemediğim fark ettiğim bir noktada. Benim hayallerim ile ailemin hayallerinin dört nala zıt yerlere koştuğunu anladığımda.
Birbirinden böyle farklı arzular bir çatının altında hayat bulduğunda, maalesef ailenle savaşman gerekiyor. Aklıma Damızlık Kızın Öyküsü kitabındaki alıntılar geliyor:
“Altmış yaşın üzerinde Rita, düşünceleri kemikleşmiş.”
“Anneme kimi bakımlardan hayrandım, ilişkimiz hiç kolay olmasa bile. Benden çok şey beklediğini hissederdim. Benden yaşamını ve yaptığı seçimleri haklı çıkartmamı bekliyordu. Hayatımı onun şartlarına göre yaşamak istemiyordum. Örnek evlat, onun fikirlerini cisimleşmiş hali olmak istemiyordum. Bu konuda hep kavga ederdik. Varoluşunun gerekçesi değilim ben, demiştim ona bir keresinde.”
Edebiyatta ve hayatta “kendin olmak” içgüdüsü, çok çetin bir savaşa girmeni gerektirebiliyor. Kendini yalnız hissederek ağladığın, kapana kısılmış hissettiğin anlar hiç de azımsanmayacak şekilde “başkaldırı” ve “öteki” olma sürecine eşlik ediyor.
Sen büyüdükçe ve ödün vermedikçe, kendi yöntemlerini keşfettikçe, ailenin seni olduğun gibi kabul etme ihtimali artıyor. Tabii hayatın sana ilginç bir yardım etme şekli de olabiliyor. Örneğin, benim durumumda trajik yardım, babamın iflas etmesi oldu. Bu durum, “nasıl olmamı istediklerinden” çok “nasıl geçimimizi sağlayacağız” şeklinde düşünmelerini sağladı.
O yüzden diyebilirim ki: “Her trajedi, kendi güzelliğini saklıyor.” :)
“Hayata hâlâ yabancıyım, kendi hayatıma yabancıyım. Bunlar benim mi? Bu hayat, bu aile, bu iş, bu yol… Ailem, en büyük travmam. En büyük öfkelerim, kırgınlığım, kendimi kapatma sebebim, kaçıp gitmek istediğim, hissizliğim…
Yine de sevdiğim, sırtımı dönemediğim, kıyamadığım. Gerçekten aile garip bir şey, çetin bir şey; beni çok yoran bir kavram.
Aslında tamamen bu şehir garip… Yani evet, benim şehrim; ama kendimi çirkin ördek yavrusu gibi hissettiğim bir yer.”
— 18.09.20, 17:24
Ben Hep Gitmek İstedim
Üniversite için şehir dışına çıkmak benim için çok önemliydi. Çünkü bunu başarırsam, olduğum kişi için savaşmadan önce, olduğum kişiyi keşfedebilirdim. Birey olmak için bu yalnızlığa, kendi ayaklarımın üzerinde durmaya ihtiyacım vardı. Artık aileyle verilen bir savaş yerine (zıt görüşler, maddi sıkıntılar), hayatla savaşmayı yeğliyordum.
Çanakkale’de üniversite okumak benim için çok keyifli ve besleyiciydi. Masalda ördek yavrusunun kapı kapı gezerek, ne aradığını bilmeden hayatta kalmaya çalışmasıyla bu süreç benim için aynı eksende ilerledi.
Tüyleri Taranmamış Kediler ve Şaşı Tavuklar
Üniversitenin 3. senesinde okulu bırakma kararı almama, ailemin bulunduğu şehirde iş teklifi almam eşlik etti. Burada yaptığım en büyük hata; sırf para uğruna bu işi kabul ederek özgürlüğümü takas etmem oldu.
Asgari ücret almanın güvencesi, freelancer olarak düzensiz gelirle yaşamaya göre daha cazip gelmişti. İşi kabul ettim ve bir günde kürkçü dükkanına döndüm. Ailemin evine ilk döndüğüm gün ağladım, aptallık etmiştim. İş deneyimim ise hayal ettiğimden güzeldi. Sonrasında burada da çirkin ördek yavrusuna dönüşmeye başladım.
İnsanları tanımlayan çok güzel bir betimleme vardır: Birinin kanatları olduğunu varsayalım; ona bakar ve deriz ki: “Ama kanatlarının altından kamburun gözüküyor.” İşte böyle bir şeye dönüştü çalışma sürecim.
Yavaş yavaş sömürüldüm, ruhum emildi, enerjim gitti. Sabahları uyanmak istemiyordum ve geceleri Arda Yaman’ın, sürekli “Ben değerliyim, ben değerliyim.” diyerek bir nevi meditatif bir yolculuğa çıkardığı podcast’ini dinliyor ve tekrar ediyordum: “Ben değerliyim, ben değerliyim.”
Hiç ait hissetmiyordum, hiç mutlu değildim. Burada da iki büyük hata yaptım: Ait olmadığım yerde kalmaya devam etmek ve parayı düşünmek. Ruhum çok uzaklara gitti. Evet, para hayati ihtiyaçlar için mühim; fakat hiçbir şey, böyle bir ortama katlanmanıza, kendinize ihanet etmenize sebep olmamalı.
“İnsanların nasıl farklı, garip olduğunu gördüm. Kendimi gördüm. Kendiyle barışık olmayan birinin bana nasıl saldırdığını, benim de nasıl sararıp solduğumu ve cesaretimin, ışığımın, enerjimin söndüğünü gördüm.
Ben mutsuzluğun içinde yuvarlanıp ayrılmaya cesaret edemezken, onlar benim yerime bunu yaptı. İyi oldu, daha özgürüm. Şimdi bu kocaman hayatla iyi bir şeyler yapmalıyım. Kendi sesimi bulmalıyım, kendimi daha iyi duymalıyım.
Bazı çizgilerim daha net olmalı. Kendimi kollamalıyım, cesur olmalıyım. Akışta olmalıyım, karşı koymalıyım. Para için olmadığım biri olmamalı, istemediğim işler yapmamalı, sevmediğim davranışlara katlanmamalıyım.”
— 03.05.23, Uyuyamadığım bir saat
Ben de açılmasına izin verdiğim yaraları görüyorum ve kendime haksızlık yaptığım, yapılmasına izin verdiğim için kendime kızıyorum.
İşten ayrıldıktan sonra ciddi bir maddi sıkıntı çektim; fakat ben hem buna alışkınım hem de “kendime ait bir oda” yaratmayı başarabildim.
“Diren. Devam et. İşini Yap”
Masalın çözümlemesi sonlara doğru yaklaşırken mühim bir şey daha söylüyor Estes;
“Yine de uğraşılması gereken başka bir sorun daha vardır. Yanlış Zigotlar hayatta kalmayı öğrenirler. Gelişmenize yardım edemeyenler arasında yıllar geçirmek çetin bir iştir.
Bir kişinin hayatta kalmasını bilen biri olduğunu söyleyebilmek bir marifettir. Birçokları için güç adın bizzat kendisidir. Ancak bir iyileşme sürecinde tehdidin ya da travmanın epey geçmişte kaldığı bir an gelir. İşte o an hayatta kalma halinden sonraki evreye geçme iyileşme ve serpilme zamandır.
Eğer serpilmeye doğru gitmeden sadece hayatta kalan olmaya devam edersek, kendimizi kısıtlarız ve dünyada kendimize ayırdığımız enerji ve gücü yarıdan aza indiririz. Hayatta kalan olmaktan o kadar büyük gurur duyulabilir ki, bu durum daha fazla yaratıcı gelişimin önünde bir tehlike haline gelir.
Kimi zaman insanlar hayatta kalan statüsünün ötesine devam etmeye korkarlar, çünkü o salt bir statüdür, ayırt edici bir işarettir, bir "Buraya ne kahırlı yollardan geldim!” başarısıdır.
Hayatta kalmayı, hayatın başyapıtı yapmak yerine bir çok rozetten biri olarak kullanmak daha iyidir. İnsanlar yaşamış oldukları, gerçekten yaşamış ve muzaffer oldukları için güzel hatıralar, madalyalar ve süslemeler almayı hak ederler. Tehdit geçtikten sonra da kendimizi hayatımızın en korkunç zamanları sırasında alınan isimlerle adlandırmaya devam edersek, burada potansiyel bir tuzak kendini gösterir. Bu durumun kısıtlayıcı bir zihin kurgusu yaratma olasılığı vardır.
Ruhsal kimliği sadece kötü zamanların kahramanlıkları, kayıpları ve zaferleri üzerinde inşa etmenin bir yararı yoktur. Hayatta kalma hali bir kadını kurutulmuş sığır eti kadar sertleştirebilirse de, bir noktadan sonra sadece onunla ittifak kurmak, yeni gelişmeleri ketlemeye başlar.”
İşte bu kısmı okuyunca, beynimden vurulmuşçasına bir aydınlanma yaşadım. Çünkü “hayatta kalma” statüsüne bir dönem tutunup kendimi nasıl boğduysam, şimdi bu süreçte yine aynısını yapıyordum.
Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabını yeniden okumaya başladım. “Çirkin Ördek Yavrusu” bölümünde Clarissa diyor ki: “Tamam, acılar çektin, savaşlar verdin, kazandın. Fakat bunlara tutunamazsın; ilerlemeye devam etmen lazım.”
Bu bölümün benim için yazılmış gibi olduğunu hissettim. Çünkü sanki uzun zamandır böyleydim: “HEY, BANA BAKIN – ŞU YARALARA BAKIN – EVET, HAYATTA KALDIM. BU GÜÇLÜ DURUŞUMLA BİR ŞEYLER YAPIN. BENİ FARK EDİN, ÇÜNKÜ ÇOK YORGUN BİR SAVAŞÇIYIM.”
Konuşmadan anlattım, gizlice anlattım bu kahramanlıklarımı ve hep bir şey olmasını bekledim. Acılarımın beni bir şekilde farklı, özel kılmasını istedim. “Her şeye rağmen intihar etmedim.” demek gibi. Bu geçmişime tutundum. Bu geçmiş de hiç bitmedi.
— 25.07.23, 21:00
Çok uzun bir süre yaralarıma tutundum. Ruhumda, yüzümde, karnımda, bacağımda olan yara izlerime…
Beyaz Zakkum kitabında Astrid’in dediği gibi: “Yara izlerim olmazsa, kim olacağım ki ben?” dedim. Kendime, neşenin tehlike anlamına geldiğini öğrendiğim bir isim seçtim: “Pericolo.” Çünkü ne kadar hayat dolu olduğumu söylediklerinde, yara izlerimi göstermek istedim.
Nedense tırnaklarımı ya da dişlerimi, belki biraz hırıltıyla göstermek istedim. Estes’in söylediklerini okuyunca, bu ismi geçmişte bırakmaya karar verdim. Sırtladığın bir geçmiş, sana sadece yük oluşturuyor.
Bu yüzden, kahraman çocuğa ağıt yakmak yerine, bir zamanlar olduğum çocuğa bir ofrenda yapmayı deneyeceğim.
Bu yazıyı, kendi hayatımın yansımasını — aynı “Çirkin Ördek Yavrusu” masalı gibi — kurgulayabilirdim. Fakat benim hikâyem bitmemiş bir masal; henüz — umarım henüz — bir kuğuya dönüşmedim.
O zaman,
Tüm kayıp ruhlara,
Henüz tanışmadığım kız kardeşlerime,
Kendini arayanlara,
Kuğuya dönüşmeyi başaranlara,
Gözlerinin içi parlayarak kendini gerçekleştirenlere,
Henüz çirkin ördek olarak çabalayanlara,
Edebiyatın asi kadınlarına;
Sissy’e, Kudra’ya, Ellen Cherry’ye, Woolf’a, Sylvia Plath’a, Betty Blue ve daha nicelerine…
Ve tabii bir de Estes’e…
EVREKA! VE SİL BAŞTAN
Adios, amigos!
Özgür, asi ve neşeli kalın! ❤️🔥
Gülüşme üzere.
💌 Kovboy Kız Çağrısı:
Eğer istersen, gitmeden…
❤️🔥 Kalbini bırakabilirsin, 📝 Düşünceni yorumlara savurabilirsin, 🔁 Başka kovboylarla paylaşabilirsin, 📩 Ya da sevdiğin bir ruha “Bak, bu senlik!” diye gönderebilirsin.
📸 Kovboy Kızlar da Hüzünlenir’in Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz.👀
🎴Dijital Dükkan’dan dünyanızda yer edinebilecek yaratımlarımı edinebilirsiniz.
🎧Yaptım bir delilik! KKH artık Spotify’da!
Önüme tam da vaktinde düşen bir yazı oldu🙏
💛🌿